insisto
Menu
  • Start
  • Kimlik
  • Akademi
  • Sanat
    • Sesler
    • Gif Koleksiyonu
    • Ses pulu
  • Seyahat
    • Kırgızistan
    • Kazakistan
  • Yeni Ufuklara
    • AKAMP
  • İletişim
Menu

Billy Summers’ın Stephen King Hakkında söyledikleri

Posted on 18 Nisan 20246 Mayıs 2024 by Ali BALCI

20 yıllık bir Stephen King okuru olarak, Billy Summers hakkında ve kitap özelinde King hakkında söylemek istediğim bazı şeyler var. “Billy Summers nasıl bir kitap” diye merak ediyorsanız yahut “Billy Summers yorumlarını” okumak istiyorsanız, yazacaklarım epeyce spoiler içeriyor, onu baştan ifade edeyim. Dolayısıyla kitabı okumamış ya da henüz bitirmemiş okurların SPOİLER uyarılarının arasında kalan kısımları okumamalarını öneriyorum.

Son beş yıldır, okumadığım eski King kitaplarını okumaya çalışmaktan ziyade yeni çıkan kitaplarını hemen alıp okumaya, yani Stephen King’i bir çağdaşı olarak, yenice yazdığı eserleri üzerinden takip etmeye özen gösteriyorum. Belki romantik gelebilir ama bu durum, Stephen King gibi usta bir edebiyatçı ile aynı zaman diliminde, aynı dönemde yaşadığımı çok yoğun bir şekilde hissetmemi sağlıyor, beni mutlu ediyor. Eğer ufukta yeni bir King kitabı görünmüyorsa yahut Altın Kitaplar Amerika’da yeni çıkanların Türkçesini basmaya henüz tenezzül etmemişse, eski eserlerinden okumadıklarımı değerlendirerek idare ediyorum.

O bakımdan Billy Summers’ın çıkacağını dış haberlerden takip ediyordum, Türkiye’de de çok gecikme olmadan basıldı ilginç bir şekilde. Çıkar çıkmaz hemen alıp okudum. İş yoğunluğu dolayısıyla okumam yaklaşık bir ayı buldu ama neredeyse hiç kopmadan okuduğumu söyleyebilirim. Kitabı uzun bir sürede bitirebildiğim ve bu yazıyı da sıcağı sıcağına yazmadığım için kronolojik bir dizi takip etmeyeceğim, hatırladığım sırayla, hatırladığım kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Zaten bu bir kitap değerlendirmesinden ziyade kitap üzerinden yapılmış bir King değerlendirmesine benzeyecek muhtemelen.

Öncelikle ifade etmeliyim ki, Mahşer, Sis, Kujo, Christine, Falcı gibi muhteşem eserler üretmiş bir Stephen King göz önünde tutulduğunda, kitap pek çok yerde anlatıldığı gibi öyle yere göğe sığmaz bir baş yapıt değil. Evet güzel bir kitap, zaman zaman yavaşlasa da genel anlamda sıkmayan, yormayan, iyi vakit geçirten akıcı bir kitap. Hikayesi güzel, film izler gibi bitirilebilecek kadar hafif. Ayrıca konunun işlenişi itibarıyla ustanın alışagelmiş tarzından bir parça farklı bir kitap, o açıdan da iyi bir deneyim sunuyor. Haliyle aldığınıza pişman olmaz, güzel vakit geçirerek okuyabilirsiniz.

Ancak dediğim gibi, özellikle sosyal medyada görüldüğü şekilde olağanüstü güzel denecek kadar çok kriteri karşılamadığını baştan söylemek gerek. Bunu iddia edebilmek için Stephen King’i pek tanımıyor, eski eserlerini bilmiyor olmak lazım. Diğer yandan şu da var, eğer Stephen King’i bu tür kitapları üzerinden tanıyan bir okursanız, Billy Summers’ı çok beğendiyseniz ve eski kitaplarını okuma imkanınız olmadıysa da çok şanslısınız demektir. Çünkü henüz okumadığınız çok daha güzel eserler sizleri bekliyor.

SPOİLER & SPOİLER

Bilindiği üzere Hollywood, 2003 Irak askeri harekatının ardından, dünya sinemalarına uzun bir süre demokrasi, özgürlük ve savaş temalı film transferi yaptı. Benzer şekilde, Apocalypse Now, Platoon, Birdy ve Rambo gibi Vietnam Savaşı’nı, The Hurt Locker, Guy Ritchie’s The Covenant ve Lone Survivor gibi Afganistan harekatını işleyen, tezlere konu olmuş pek çok propaganda filmi de yapıldı. İşgallerin dünya kamuoyunda yarattığı rahatsızlıkları gidermek ve tepkileri yumuşatmak için çabalayan Hollywood, bir noktadan sonra farklı bir tarz benimsedi. Doğrudan doğruya kahraman asker merkezli, savaşta geçen filmler yerine, anılarda kalmış çatışma kesitleri eşliğinde savaşın yaralarını ruhunda taşıyan, hayata uyum sağlayamamış gazi profilini kullanmaya başladı. Vietnam’da savaşıp gelmiş, psikolojisi bozulmuş ama dürüst ve vatansever askerlerin, Afganistan’da radikal dincilerle ve Ruslarla çarpışmış babacan gazilerin ve Irak’ta çöllerde demokrasi için mücadele ederken ruh sağlığını kaybetmiş, travmalarını atlatamadığı için ailesi dağılmış kahramanların çoğalması da bu yüzdendi. Film nerede geçerse geçsin, konusu ne olursa olsun kahramanların geçmişi hemen hemen aynıydı.

Amerikan sineması bu yöntemle, film esnasında bağ kurduğumuz ya da sempati duyduğumuz iyi niyetli centilmen ve amansız kahramanlarımızın geçmişte Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta cefakar bir şekilde savaşmış gaziler olduğunu hatırlatarak “bu çok sevdiğiniz iyi yürekli kahramanlar, vakti zamanında evlerinden binlerce km uzakta görev yaparak, özgürlüğü ellerinden alınmış halklar için canları pahasına savaştılar” fikrinin kendiliğinden içimize işlemesini sağladı. Bunlar aslında sinemayı entelektüel anlamda takip edenler için bilindik şeyler. Şimdi Stephen King ve Billy Summers’ın tüm bunlarla ne alakası var diye düşünebilirsiniz. Şimdi o konuya geçelim.

Çok ilginç bir şekilde Stephen King de bu kitabında, yalnızca kötü adamları öldürmekle nam salmış kiralık katilimiz iyi adam Billy Summers’ı aynı şablon üzerine kurgulamış. Adamımız yıllar önce Irak’ta hacılarla (kendi deyimiyle) savaşmaktan perişan olmuş bir gazi. İşin kötüsü King bunu o kadar çok gözümüze sokuyor ki, sanki Irak’a işgale giden ve kadınlarla çocuklar dahil binlerce masum sivilin ölümüne sebep olan, yüz binlerce insanı yerinden yurdundan, milyonlarcasını işinden, geleceğinden eden kendileri değilmiş gibi, okuyucuyu Irak işgaline gururlu bir Amerikalı gözünden bakmaya zorlamış. Felluce Savaşı da Felluce Savaşı deyip durmuş King. Kahramanın ardındaki bu geçmiş o kadar çok tekrar edilmiş ki bir yerden sonra Billy Summers’ın Irak’ta işgalde ölen asker arkadaşlarına acır, Iraklılara da vatanlarını savundukları için öfke duyar hale geliyorsunuz farkında bile olmadan.

Oysa Irak’taki Amerikan işgalini yaşı itibarıyla yakından takip edenler de, şu gün için Google’dan sorgulayıp araştıranlar da Amerika’nın nasıl kan döktüğünü, El-Kaide ve Boko Haram gibi radikal dinci örgütleri bile gölgede bırakacak bir canilik mertebesine ulaşarak nasıl vahşice cana kıydıklarını göreceklerdir. Kaldı ki King’in anlata anlata bitiremediği meşhur Felluce Savaşları da Amerika’nın fosforlu mermi, seyreltilmiş Uranyum ve Napalm Bombası kullanarak savaş suçu işlediği muharebeler olarak da tarihe geçmiştir. Dolayısıyla King’in bu konuyu bu kadar çok abartması ve kitabın kahramanını acıyıp bağrımıza basmamızı beklemesi inanılmaz.

King’in okuru soktuğu bu politik şokun dışında da pek çok tuhaf şey var kitapta. Billy Summars’ın saplantılı hatıraları olarak defalarca tekrar eden bebek ayakkabısı totemi, yaralı askere söyletilen tuhaf Amerikan şarkıları, yavan esprili asker sohbetleri de yıldırıcı bir etki yapıyor. Bu anlatıların, esprilerin ve şakalaşmaların Amerikan kültüründe ne derece karşılığı vardır bilemiyorum ama özellikle ağır yaralanan askeri sakinleştirmek için dünyanın en saçma şarkılarını söyletmeye çalışmak, dış dünya okuruna fazlasıyla zorlama geliyor.

Geçmişiyle ve hatıralarıyla okuyucuyu yoran Billy Summers’ın gizlendiği mahallede tanıştığı komşu aile ve diğer evdeki karı kocayla olan ilişkilerinin detayları da bir noktadan sonra yormaya başlıyor. Biri kek getiriyor, öbürü iki bira alıp geliyor. Koca adam çocuklarla durmadan Monopoly oynuyor.. Diğer evde deseniz, saçma sapan iki çiçeğin ha boyna sulanması ve bunun sık sık konusunun geçmesi de yavan bir etki yaratıyor. Çoğu salon çiçeği haftada, hatta mevsimine göre on günde bir sulanarak da hayatına gayet sağlıklı bir şekilde devam edebiliyor. Ama King çiçeklerin durmaksızın sulanmasını istiyor ve bunu bir ritüele dönüştürüyor. Diğer yandan Trump eleştirileri de gına getiriyor bir yerden sonra. Tamam sevmiyorsun Trump’ı. Zaten King’i takip edenler, Twitter’dan Trump’u sık sık eleştirdiği için politik görüşünü biliyorlar. Ama King’in olur olmaz serpiştirmesi rahatsız etmeye başlıyor. Bu noktada şunu da açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Rahatsız eden şey kitabın politik bir eleştiri barındırması değil, eleştirinin tarzı, üslubu ve miktarı. Yoksa kitapta eleştiri olup olmamasının yahut eleştirilenin Trump olmasının ayrıca bir değeri yok.

Kitabın konusu gerçekten güzel ama oğlunu öldürten adamı öldürtmek isteyen adamın bu kadar gereksiz ve bu tip insanlara göre fazla alengirli ve sofistike bir plana başvurması mantıklı değil. Şehre gidip aylarca yazarlık yapmak nedir? Gözünü seveyim zaten adam kiraladığı katili de öldürmeyi planlamış. Yani adam, oğlunu öldürttüğü katili öldürttüğü katili de öldürtecek hatta belki Nick’i de öldürtecek. Haliyle bu kadar zahmete ne gerek vardı? Bir de depoda yangın çıkarıp kameramanları ayarlıyor ki, yeniden yeniden izleyecekmiş ölüm anını falan filan. Billy de maşallah kiralık katilken ajan gibi bir şey oluyor, yok o hesaptan üç yüz dolar, yok bu hesaptan bin dolar, yok peruk, yok gps’ine ayar çekilmiş kiralık araba.

Olayları Billy’nin dairesinde toparlayacak olursak, çocukken kötü şeyler yaşamasından koruyucu ailede yetişmesine, sonradan orduya katılıp Irak işgaline katılmasından, sürekli bu hatıralarla yaşamasına, seviştiği plazacı kadının Billy’nin gömleğini üstüne geçirmesinden, tanıştığı ailenin çocuklarıyla sıkı fıkı arkadaş olmasına kadar pek çok şey klişenin babasıydı. O ajancı hareketler üç beş kimlik, üç beş ayrı banka hesabı, kullan at telefonlar şifreli mesajlar, karanlık arkadaşlar da son derecek bayağı detaylardı.

Bu arada Billy’nin vurulmasından sonra kaç bin km yol yapıyorlar, o kadar sargı bezi yara bandı alıyorlar, ulan 20 tane kimlik çıkartmayı biliyorsun, girsene bir eczaneye adam gibi alsana bir tentürdiyot? Hadi acil diye kamyonculardan ilaç toplattın Alice’e, onu anladık. Hiç olmazsa ertesi gün olsun gitsene bir ilaç bakkalına alsana bir ateş düşürücü Parol’dur, İburamin’dir bir şey. Yok ama. Bin türlü şey hesap eden Billy’nin kafası buna basmıyor. Şunu da anlarım, Billy bu şekilde uzun salınımlı bir intihar planlamış olabilir ancak okuyucuya kesinlikle yansımıyor. Esas maksat buysa, okuyucuda bir fikir uyandırmadığı için aptalca bir hikaye gibi görünüyor.

Bir de Nick’in mekanından araba alıp çıkıyorsun da arkadaşım, kaç bin km yol yapıyorsun, ne durduran var ne bir soran var. “Hiç mi çevirme yok oralarda” demekten alamıyor insan kendini. Madem ki çevirme yok o zaman başından beri niçin kılıktan kılığa giriyorsun? Kitabın sonunda Nick’in adamı olan kadının bir anda karanlıktan çıkıp ateş etmesi de aceleye getirilmiş bir son gibi gözüküyor açıkçası. Sonu iyi miydi, evet çoğu kitabına göre daha iyiydi ama gitti yol yol değildi Allah için. King’in şöyle bir problemi var kesinlikle, ayrıntılarda o kadar çok boğuluyor ki, bir süre sonra zihni yorgun ve bitkin düşüyor muhtemelen ve hakimiyetini yitiriyor. Sonrasında ise yılgınlık başlıyor. Yılgınlık o kadar artıyor ki sona yaklaştıkça detaylar azalıyor, incelikli konular dağılıyor ve paldır küldür sona ulaşıyoruz.

Kiralık katilin yazma serüveni ve bir yazara dönüşme süreci olarak, sosyal medyada kitabın en çok pompalanan unsuruna gelince, evet diğer kitaplarına göre öne çıkan bir perspektif. Eğer King bunu şöyle iki binlerin başında falan yazsaydı ve Billy Summers saçma sapan çiçekleri sulamakla uğraşmak yerine insanın yaşadığı kaderi nasıl kitaba dönüştürebileceğini, nasıl ve hangi duygularla harflere dökebileceğini şöyle hafiften sorgulasaydı işte o zaman iki filmi, üç dizisi yapılan, bitmeyen bir serüven olurdu bu.

Her ne kadar eleştirdiğim kısımlarda, yordu, bıktırdı, yavandı, klişeydi gibi ifadeler kullanmış olsam da, King’in bu kitaptaki dili genel anlamda akıcı ve sürükleyici olduğu için tüm bunları bir solukta okutuyor. Ayrıca merak da ettiriyor. O esnada insan genel anlamda tatmin de oluyor ama sonrasında biraz hikayeye kafa yorunca kepek yemiş yahut ayran gevmiş gibi hissettiriyor. Bu arada, iyi adamın öldüğü nadir King sonlarından biriydi. Belki de gerçekte kötü adam olduğu için ölmüş de olabilir.

SPOİLER & SPOİLER

Yazarlar yaşlandıkça ve yaşları itibarıyla daha yavaş bir hayatın içine çekildikçe, çağın yaşam hızına dair dengeyi de kaybediyorlar sanki. Kitapta uzun uzun anlatılan şeylerin en azından bugünkü hayatta çok daha kısa sürelerde yaşanıp bitiyor olması, sık sık tekrarlanan bazı davranışların günlük hayatta aslında o kadar da sık yapılmıyor, o kadar da çok vakit almıyor olması aslında gerçeklikten de koparıyor insanı. Bu durum yazarın kişisel hayatının, sıradan ve ortalama insanlara göre çok daha yavaş aktığını, çok daha rafine ve standart bir halde ilerlediğini gösteriyor. King’in yarattığı hikayeyi, küresel anlamda özellikle de sinema kanalıyla tüm dünyanın içine işlemiş, tüketilmiş, doygunluğa ulaşmış bir eski Amerikan askeri şablonu üzerine kurgulaması da bununla ilgili olsa gerek. King rafine yaşamı itibarıyla bu konunun sinema ile son kırıntılarına kadar tüketildiğinden habersiz muhtemelen.

Fotoğraf: rollingstone.com

Şunun altını da çizmek isterim, konu yirmi yıl öncesinde geçiyor olsa bu durum anlaşılabilir. Ancak kronolojik anlamda bu çağa ait olarak kurgulanan bir meselesinin geçmişin akışında kurgulanması bir uyumsuzluk yaratıyor.

Öte yandan, Stephen King’in Amerikan ordusunun işgalci yönüne karşı ortaya koyduğu taraflı bakış açısı ve yoğun sevginin üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir şey olduğu kanaatindeyim. Bir roman karakteri üzerinden de olsa Felluce Muharebesi’ne bu açıdan bakabilmek rahatsız edici bir etki bırakıyor. King’in kitabın sonunda, Felluce hususunda kendisine yol gösteren No True Glory kitabı için Bing West’e teşekkür ettiği görülüyor. Kitap Felluce Savaşı’nı başlatan dört paralı askerin vahşice öldürüldüğü hadiseyi hatıralar vasıtasıyla anlatıyor. Ancak Stephen King, aynı paralı asker grubuna dahil olan Nicholas Slatten isimli askerin onu kadın ve ikisi çocuk olmak üzere 14 sivilin kasti olarak öldürüldüğü, 18 sivilin yaralandığı Nisur Meydanı Katliamı’ndan sorumlu tutularak müebbet hapse mahkum edilmesinden hiç bahsetmiyor.

Evet, şunu kabul ediyorum, Felluce meselesi, dört paralı askerin radikal dinciler tarafından pusuya düşürülerek vahşice öldürülmesiyle patlamış son derece hassas bir konu. Bunu anlayabiliyorum ancak farklı kaynaklara göre, kadınların, çocukların da dahil olduğu en az 500.000, beş yüz bin sivilin acımasızca öldürüldüğü, binlerce kadına ve çocuğa tecavüz edilip örtbas edildiği bir işgal harekatı söz konusu olduğunda, Felluce olayına bu denli değer biçmek için vicdan terazisinin fazlasıyla şaşmış olması gerek diye düşünüyorum. Ve Stephen King’in hoş göremediğim bu tutumu beni üzüyor.

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Kasım 2023
  • Ekim 2023
  • Eylül 2023
  • 29 Mart 2025 by Ali BALCI Suda ırlanan kayıklar
  • 24 Mart 2025 by Ali BALCI Akademinin Kör Noktası: "Öğrenciyi Yarım Bırakmak"
  • 1 Mart 2025 by Ali BALCI Orta Cal Bilyardçısı
  • 4 Şubat 2025 by Ali BALCI Bir Kavramının Dönüşümü: Cumhuriyet’ten Günümüze “Halk”ın Değişen Anlamı
  • 28 Ağustos 2024 by Ali BALCI № 5: Ufka bak, kılavuzlarını gör

Ali Balcı

       
Ölümden kaçınmak için çaba harcamak gerekir. Vücut kendi haline bırakıldığında -ki, canlı öldüğünde olan budur- çevresiyle bir denge hali oluşturmaya eğilimlidir. Canlı bir vücuttaki sıcaklık, asitlilik, su içeriği ya da elektriksel gerilim benzeri bir niceliği ölçerseniz, bekleneceği biçimde, bu niceliğin çevrede kendisine karşılık gelen ölçümden çok farklı olduğunu bulursunuz. Örneğin, bizim vücutlarımız genellikle çevreden daha sıcaktır ve soğuk iklimlerde bu sıcaklık farkını korumak oldukça zordur. Öldüğümüzde bu çaba durur, sıcaklık farkı azalmaya başlar ve sonunda çevreyle aynı sıcaklığa geliriz. Hayvanların hepsi çevre sıcaklığıyla denge kurmak için bu denli çaba harcamaz, fakat tüm hayvanlar bununla kıyaslanabilecek bazı işler yapar. Örneğin, kurak bir ülkede, hayvanlar ve bitkiler hücrelerindeki sıvı içeriğini belirli bir düzeyde tutmak amacıyla, suyun dışarıdaki kuru dünyaya akma yolundaki doğal eğilimini engellemek için çaba gösterirler. Bunu yapamazlarsa ölürler. Daha genel bir biçimde söylersek, canlılar, etkin biçimde iş yaparak engellemedikleri sürece, eninde sonunda kendilerini çevreleyen dünya ile kaynaşır ve özerk varlıklar olma durumundan çıkarlar.
Dawkins, R. (2013). Kör Saatçi (13 b.). S. 13-14(F. Halatçı, Çev.) Ankara: Tubitak.

Kör Saatçi - Richard Dawkins

LOREM IPSUM

Sed ut perspiciatis unde omnis iste natus voluptatem fringilla tempor dignissim at, pretium et arcu. Sed ut perspiciatis unde omnis iste tempor dignissim at, pretium et arcu natus voluptatem fringilla.

LOREM IPSUM

Sed ut perspiciatis unde omnis iste natus voluptatem fringilla tempor dignissim at, pretium et arcu. Sed ut perspiciatis unde omnis iste tempor dignissim at, pretium et arcu natus voluptatem fringilla.

LOREM IPSUM

Sed ut perspiciatis unde omnis iste natus voluptatem fringilla tempor dignissim at, pretium et arcu. Sed ut perspiciatis unde omnis iste tempor dignissim at, pretium et arcu natus voluptatem fringilla.

©2025 insisto